5 Kasım 2011 Cumartesi

Islam Partiniz Kutlu Olsun!



Başlığı neye istinaden yazdığımı belirtiyorum:

Geçtiğimiz hafta, fabrikamızda görev yapan Hollandalı süpervizör Frank memleketine gideceğini sebebinin de Türkiye genelinde yapılacak olan büyük ve gösterişli bir parti olduğunu dile getirmişti. O anda o muhitte bulunan bütün personel gülmekten yerlere yatmıştı...

Evet, O'nun dimağında bayramın yeri yoktu.

O'da bunu ''Islam Party'' olarak anlamlandırmıştı.

Bende bu anekdotun başat karakteri görevini üstlenen ''Islam Party'' tamlamasını başlık olarak reva gördüm.

Lakin bizim dimağımızda içselleştirilmiş / gelenekselleştirilmiş olan Bayram kelimesinin çok büyük önemi var.

Bayram; geleneğin, göreneğin, örf ve adetin, dinin-diyanetin, saflığın, duruluğun, uhuvvetin, kaynaşmanın, selamlaşmanın, tokalaşmanın, öpüşüp-koklaşmanın, diğergamlığın, ziyaretin, metanetin ve bütün bunlar gibi arifane duygu ve davranışları bünyesinde barındıran kollektif  bir üründür.

Neyse sözü fazlaca uzatmadan, kararlı bir yapıyla,

 Kurban Bayramı'nızı canı gönülden Kutluyorum.

işitsel ürün...

1 Kasım 2011 Salı

SpontaneOus # 19



''Birlikte olmadan birlikteymişiz edasıyla ayrılmaya karar verişimizi,'' tablonun neresine çektiysem bir türlü oturtamadım. 
Nihayetinde de şu kanıya vardım;
Biz insanlar hakikati yaşadığımız sanısıyla, hayali imgelemelerle boşa vakit geçiren varlıklarız.
Varoluşçularız!

Written By A.BAYRAK

17 Ekim 2011 Pazartesi

Omni-Potance Vol.9



Kuşkunun, kaygının, korkunun fazlası ineği de hasta eder.
Mevlânâ'nın "mutsuz inek" hikâyesi bunu anlatıyor:
Yemyeşil bir adada tek başına yaşayan bir inek varmış.
Bütün gün otları yiyor, semiriyor, fazla kımıldamadan duruyormuş.
Gece gelince ise karanlıkta çevresindeki otları göremiyor ve telaşlanmaya başlıyormuş.
"Eyvah yarına yiyecek bir şey kalmadı, tek başıma bu adada açlıktan öleceğim" diye kurdukça dertleniyor, dertlendikçe kuruyor-muş.
Bütün gece bu kuşku ve korkularla uyuyamıyor, kıvrana kıvrana sabahı ediyormuş.
Geceyi bütün bu kuşku ve korkular içinde uyuyamadan geçirdiği için de sabah olduğunda bir deri bir kemik kalıyormuş.
Sabahın ilk ışıkları adayı aydınlatınca birden çevresinin yeşilliklerle dolu olduğunu görüyor, seviniyor yiyebildiği kadar yiyormuş.
Sonra yine gece oluyor ve aynı korkular ineğin kafasına doluyor, yine sabaha bir deri bir kemik ve korkular içinde ulaşıyormuş.
Zaman böylece akmış gitmiş, ama inek hiçbir zaman bir önceki geceyi ve o sabahı hatırlayamadığı, kafasında birara-ya getiremediği için gündüz semirmeye gece korkup zayıflamaya devam etmiş.

Mevlânâ diyor ki:
Yarına ilişkin kuşku ve kaygıları büyütmek her tarafı yeşillik dolu bir ineği bile mutsuz eder.

14 Ekim 2011 Cuma

SpontaneOus # 18


Küçük şeylerle de ''MUTLU'' olmayı biliyordu(m)k...

Written By A.BAYRAK

8 Ekim 2011 Cumartesi

SpontaneOus # 17


Sanırım Dünya'da yoksun!..
Ben olsam Uzaydan da gelirdim.
Böylesine istendik bir dimağın karşısına...



Written By A.BAYRAK

7 Ekim 2011 Cuma

Omni-Potance Vol.8


Yılanın kuyruğunu fare ısırmış.
Bu duruma hiddetlenen yılan da, fareyi yemeye kuyruğundan başlamış...

Bu kıssadan şu hisseyi çıkarmalıyız:
Karakteri ve manevrası size yakın kişileri, kuyruğundan değil, başından yakalamalısınız.

Written By A.BAYRAK

SpontaneOus # 16


Mutluluğun yolu; itimat edebileceğin nitelikte ''(U)mutluluk zemini'' hazırlamaktan geçer. Mutlu etmenin yolu; itimat edebileceğin nitelikte ''(U)mutlu insanı'' seçebilmekten geçer. İçini ne yaparsak yapalım dolduramayacağımız U'ları, ters algılayabildiğimiz gibi...

Written By A.BAYRAK

2 Ekim 2011 Pazar

SpontaneOus # 15


Önem

''Önemse''

****

Önemsen

''Önemsenme/k''

****

Mutena Duygular...

Written By A.BAYRAK

27 Eylül 2011 Salı

SpontaneOus # 14


Zorla kavuşmak var hecelere.
Ya da hiç kavuşamamak var, ne zorlayınca ne de geceleyince...

Written By A.BAYRAK

24 Eylül 2011 Cumartesi

SpontaneOus # 13


Belki okumak istersin. Ya da ne bileyim, belkide (d)okunmak...

Written BY A.BAYRAK

12 Eylül 2011 Pazartesi

SpontaneOus # 12








Tamam hırçın da istiyoruz ama...
Biraz da [Aşk] olsun yahu!
Diyenler için; ''Swept Away''

Written By A.BAYRAK

30 Ağustos 2011 Salı

Çifte Bayram


Herkesin Bayramını Kutlarım.

Sağlık, sıhhat, mutluluk, güven, huzur ve en önemlisi de barış dolu geçireceğimiz, daha nice bayramlara...

27 Ağustos 2011 Cumartesi

:. 4 MUM .:



Bir odada dört mum sessizce yanıyordu.

O kadar derin bir sessizlik hüküm sürüyordu ki odada,

aralarında fısıltı şeklindeki konuşmalar bile rahatlıkla işitiliyordu.


1'inci Mum ''ben Barış'ım!'' dedi.

Ancak kimse benim sürekli yanık kalıp, etrafıma ışık saçabilmeme yardımcı olmuyor.

Artık sönmek üzereyim... Ve sessizce karanlığa gömülüverir...


2'nci Mum ''ben İman'ım'' der.

Ama artık gerekli olduğuma inanmıyorum. Yanık kalmamın da bir kıymeti kalmadı,

diye eklerken hafif bir esinti ışığını söndürüverir.


3'üncü Mum çok üzgündür.

''Ben Sevgi'yim'' ama etrafıma ışık verecek gücüm kalmadı.

İnsanlar beni hep kenara itiyorlar.

Kendilerine en yakın olanları bile sevmemeye başladılar.

Sessizce söner gider Sevgi mumu...


O sırada içeri aniden bir çocuk girer.

3 mumun söndüğünü görünce,

sebebini sorar ve niçin sonuna kadar yanmadıklarına hayıflanarak ağlamaya başlar.


4'üncü Mum, yumuşak ve yatıştırıcı sesi ile çocuğa ağlamamasını söyler.

''Korkma ben etrafıma ışık saçtığım sürece diğerleri yeniden yanarlar

ve onlar da aydınlatmaya devam ederler.

Zira ben UMUD'um!''


Gözleri parlayan çocuk umut mumunu alır ve diğerlerini sevgiyle teker teker yakar.

****

İçinizdeki umut mumunun saçtığı ışığı asla söndürmeyin.

Küçük çocuk gibi,

diğer sönmek üzere olan üç mumun da sürekli yanık kalmaları için çaba harcayın...

****

Sevgi ve mutluluğun ruhunuzu ısıtan giysileriniz olması dileğimle,

Saygı ve Sevgilerle...

22 Ağustos 2011 Pazartesi

Kararsız Yapıdaki Peltemsi Beraberlikler



Etrafımda o kadar çok kararsız yapıda yürütülen ilişki görüyorum ki,

bu durum karşısında bazen kahkahalarla gülesim, bazen de elem ile ağlayasım geliyor.

Yani kararsız yapıda yürütülen ilişkiler, karşısındaki kişiyi de -3'üncü kişiyi de- kararsızlığın penceresinden baktırıyor.

Sevgi, saygı, sadakat ve güvenin temellendirilmiş olduğu beraberlikler, ütopik ilişki düşüncesinden öteye gidemiyor.

Özünden sıyrılmış, kimliksiz, nesneleştirilmiş beraberlikler furya halini alırken,

maneviyat tohumlarının ve halis duyguların yeşertilmeye çalışıldığı bir ilişki biçimi deneyimlenemiyor.

Sanki doğanın bütün kuralları, maddeye bağımlı olarak -somut olarak- işliyor da,

büyük bir kitle, daima maddenin adının geçtiği bir dünyada evrilegeliyor.


Dürüstlük, anlayış ve eşitlik ilkeleri de ilişkinin bukağıya bağımlı prangası olarak algılanıyor.


Neden duygular, düşünceler ve sevgiyle marine edilmiş mantıki değerler ön plana çıkarılmıyor / çıkarılamıyor.


Yoksa bütün bunlar modernizasyon kavramının getirileri mi oluyor ?

Hayır! Derrida'nında söylemiş olduğu gibi;

''Modernite çelişkilidir, çünkü birleştirmeye çalışırken böler. Evrenselleştirmeye çalışırken de bireyselleştirir.''

Yani kişilerarası iletişimi ve etkileşimi -beraberlikleri- önemli bir ölçüde hercümerç eder.


Mademki bilimsel bir yoldan sapa gidiyoruz, o zaman evrenin en mikroskobik parçacığı olan atom altı parçacıklarda dahi,

mükemmel bir simetri -bakışım- olduğunu söyleyebiliriz, değil mi ?

Öyle ki, sadece görsel manada simetrik değil; yapısal anlamda da simetrik olan parçacıklar vardır. -bunlar süpersimetrik olarak adlandırılırlar-

Düşünün bakalım;

içerisinde evrilegeldiğimiz evrenin yapı taşları ve temel bileşenleri dahi mükemmel bir eş güdüm içerisindeyken,

eşrefi mahluk olma özelliğini bünyesinde barındıran bir canlı, neden bu motivasyonu ve uyumu gerçekleştiremiyor ?


Tabiatta bulunan hemen hemen her şeyin simetrik (bakışımlı) olduğunu düşünürsek ve kadın-erkek arasındaki ilişkiyi de buna benzetirsek,

hayalperest kadın ile hakikatperest erkek arasında simetrisizlik (bakışımsızlık) olduğunu söyleyebiliriz.

Aynı durum tam tersi içinde geçerliliğini koruyacaktır.

Öyleyse çağımızdaki kadın-erkek arasındaki ilişkilerin tabiat kurallarına uygun düşmediğini de söylemek mümkündür.

Yani kadının gösterdiği etkiye erkeğin tepkisi, erkeğin gösterdiği etkiye de kadının tepkisi tezat düşmektedir.



Bu bağlamda da tecrübeli bir annenin kızına yazdığı mektubun muhtevasında bulunan nasihatleri sıralamak istiyorum;

Yavrum! Şimdi sana kırk yıllık evliliğimin tecrübelerine dayanarak, bazı nasihatlerde bulunacağım;

Bu nasihatlerime uyarsan dünyada mutlu bir ömür geçirdiğin gibi, ahirette de ebedi saadete ulaşırsın.

1 - Kanaatkar ol! Yani, kocan tarafından getirilen yiyecek ve giyecek herşeyi memnuniyetle kabul et! Çünkü, kanaat, kalbi huzura kavuşturur.

2 - Söylenenleri daima iyi dinle ve kocanın meşru emirlerine itaat et!

3 - Evin ve her şeyin her zaman, temiz, muntazam ve düzenli olsun!

4 - Eşinin yemek saati ile uyku saatine dikkat etmelisin! Açlık insanı huysuz eder, uykusuzluk ise, öfkelendirir.

5 - Evinin mallarını ve eşyasını iyi koru! Yaptığın işleri, iyilikleri başa kakma! İyiliğe karşı iyilik çabuk unutulur, fakat kötülüğe karşı yapılan iyilik unutulmaz.

6 - Eşinin yakınlarına güzel muamelede bulun! Kocanın hatalarını, yalnız iken, yumuşak bir şekilde söyle!

7 - Kocanın sırlarını hiç kimseye söyleme! Karı-koca arasındaki sırlar kabre beraberlerinde gömülmelidir.

8 - Eşinin üzüntüsünü ve neşesini paylaş! Ona her yönüyle iyi bir hayat arkadaşı ol! Yalan, yuvayı içten içe yıkan bir kurttur.

9 - Aranızdaki problemleri kendiniz halledin! Sakın bunları, bize ve başkasına taşıma! Kimseden medet umma!

10- Kocandan, almakta zorlanacağı, gücünün yetmeyeceği şeyleri isteme!

11- Kadının güzel huylusu, eşine Cennet nimetidir. Sen kocana Cennet nimeti ol! Azap çektirme!

Bunları yapabilmen, ancak onun isteklerini kendi isteklerine, onun rızasını kendi arzularına tercih etmenle mümkün olabilir.

Hep kendi istek ve arzularını ön plana çıkartırsan, bu nasihatleri tutman mümkün olmaz.

****

Sonuç itibarıyla şöyle bir şey yazmak yerinde olacaktır;


Çağımızdan daha ilkel bir çağda simetrik (bakışımlı) bir ilişki düzeni düşünülebiliyor ise,

teknoloji, bilim ve sanayinin baş döndürücü etkiye ulaştığı modern bir çağda neden bunlar düşünülemiyor?


(...)


Pekala bütün bunları düşündük, mukayese ve muhakeme ettikte her şey bitti mi ?

Elbette Hayır!

Biliyorum, bunları nafile yazıyorum(!)

Biliyorum bunları yapısal ilişki boyutu üzerinde değil de, yapıntısal ilişki boyutu üzerinde yazıyorum.

ve yine biliyorum ki, bütün bunlar birçok kişi tarafından, bir celsede okunacak kadar fantastik şeyler olarak algılanacak.

Çünkü lanet olası sistem aktif katılımcı değil, pasif alıcılar istiyor!

Hakikatperest olunmasını kabullenemiyor! Hayalperest olunması konusunda yol gösteriyor!

****

Zaten bu yazıyı yazmamdaki gayem; sizlere mucizevi bilgiler sunmak, radikal çözümler üretmek değil,

sizleri farklı bir dehliz içerisinde, düşünce akımına sürüklemek idi.

Zamanınızı ayırıp okuduğunuz için, teşekkür ederim.

Bu da konuya reva Şarkı!

Saygı ve Sevgilerle...

Omni-Potance Vol.7



Duyu organlarımızla konuşmaya başladığımız an, isteklerimizi yaşamaya başladığımız andır.

Duyu organlarımızla konuşmaya başladığımızda, istediğimiz hayatı yaratabileceğimizi farkederiz.

Bu farkındalık, bizi adeta farklı dünya boyutları arasında seyahate çıkarır.

Duyu organlarınızla konuşun, sizi mutlaka dinleyeceklerdir...

Mesela;

* Gözlerinizle konuşun.

Yağan yağmuru çamur olmak yerine, doğanın bize bahşetmiş olduğu, bereket olarak görsün.

Bir yağmur damlasının, yaprağın üzerinden salınırken oluşturduğu zarafeti görmemek, ne kadar acı bir durum, değil mi?

Oysa bu tür durumlar, sinematografik kareler gibi çok kez karşılaştığımız sahnelerdir de, maalesef biz ayrımsayamayız...


* Kulaklarınızla konuşun.

Sinirle bağıran sesi; rahatsızlık olarak duyumsamak yerine, bağıran insanın yardım haykırışı olarak duysun.

''Seni Seviyorum'' diyen sesi; alelade bir duygu değilde, köklü bir ilişkinin temellerini oluşturucu bir duygu ile, algılayın.

Ağlayan bir bebeğin sesini, rahatsız edici / itici bir tonla değil de, doğal sevginin içerisine sarmaladığı zarafetli bir ton ile algılayın...


* Dilinize Konuşun.

Ağzınıza aldığınız her lokmayı, ayrı bir yaratıcılığı ayrımsayarak tatsın.

Ademoğluna bahşedilmiş o kadar çok nimet var ki,

Bunların farkında olamamak, safdillikten başka bir şey değildir...


* Teninizle konuşun.

Rüzgarı soğuk olarak değil, tüm vücudunuzu sarıp-sarmalayan sıcak sevgi olarak hissetsin / deneyimlesin.

Sevgilinin elini kavradığınızda, bedeniniz ve zihniniz sizin için, çok daha farklı duyguların tercümanlığını yapsın.



****

Tekrar yinelemek gerekirse; duyu organlarımıza neyi, nasıl algılamaları gerektiğini söylemeye başladığımızda,

istediğimiz hayatı yaratmaya / deneyimlemeye başlarız.

Her yaşadığımız olayı, rastlantısal durumları, duyu organlarımız vasıtası ile algılarız.

Duyu organlarımız olmasa, hayatı deneyimlememiz mümkün olmaz.

Onlarsız yaşayabileceğimiz hayat, bitkisel hayattan başka bir şey olmazdı.

Her olayın 360 derece bakış açısı vardır;

Duyu organlarımızla konuşmaya başladığımızda, yaşadıklarımızı bizim işimize yarayan açılardan bakarak,

hayatımızı istediğimiz gibi yaratmaya başlarız.

Her duyu organınıza önce konuşmayı öğretin. Sonra da dinlemeyi öğretin.

Sonrasında da vereceğiniz talimatlarla herşeyi olduğu gibi değil, görmek istediğiniz gibi görmeye başlayın.

Belirli bir süre sonra;

istediğinizi görüp,

istediğinizi duyup,

istediğinizi tadıp,

istediğinizi hissedip,

istediğinizi duyumsayacağınızdan, ''İSTEDİĞİNİZ HAYATI'' yaşıyor hale gelirsiniz.

****

Wil Bolton'ın pastoral ambient tarzında, eksperimantal elektronik müziği ile de farklı duygu dehlizlerinde seyrüsefere çıkmak,

notaları görmek, notaları duymak, notaları tatmak, kısacası notaları duyumsamak için,

ve bu mistik müziğin eşliğinde hayatı farklı bir bakış açısıyla deneyimlemek için,

.: buyurun :.

Ayrıca 'Time Lapse' adlı albümünü edinmenizi ya da bilmünasebe özgün sitesinden dinlemenizi de öneririm.

****

Sevgi ve mutluluğun ruhunuzu ısıtan giysileriniz olması dileğimle...

Saygı ve Sevgilerle...

13 Ağustos 2011 Cumartesi

Artificial Love or Delirium [Uğ(u)runa Aşk Yaşamış Uğur Kardeşime Selam ve Saygılar Olsun!]



Benim bu zamana kadar aşktan deneyimlediklerim şunlardır;

Aşık olmak, kesin olarak sevmek fiilinden farklı bir şeydir. Aşk, çok daha kudretli çok daha kapsamlı bir duygudur.

Bir kaç kişiyi sevebilirsin ama sadece ve sadece bir kişiye aşık olabilirsin.

Aşk, bir manasıyla hastalıktır da.

Aşık olan kişiyi sanki virütik bir hastalık, esareti altına alır.

Tıpkı yüksek ateşli bir hastanın sanrı görmesi gibi, ona hayali bir dünya yaratır.

Kişi o hayal dünyasında yaşar. -Allah'a şükürler olsun ki sadece bir süre-

Sonra bir gün bakar ki, aşık olduğu kişi ile karşısındaki kişi aynı değildir.

O hayali bir kişiye aşık olmuştur, şimdi karşısında bambaşka bir kişi vardır.

Açıkçası aşık maşuğa değil, bizzat aşkın kendisine aşık olmuştur!

****

Aşkın kendisine aşık olduğunu anlamak, insana önce garip gelir, sonra acı verir.

Ancak bu süreçte bitmeye başladığında, kişi gerçek hayatına geri döner.

İşte o zaman kişi etrafındaki her şeyin eski formlarıyla hala aynı olsa da, kendisinin değiştiğini fark eder.

Aşkın lütfu da buradadır, insanı daha farklı ve etrafa karşı daha temkinli kılar.

Nasıl ki bir süre hapis yatmış veya ağır bir hastalık geçirmiş, kaza atlatmış,

hatta askere gidip-gelmiş, başka ülkede çalışıp sılaya geri dönmüş insan artık farklı bir insandır,

bir süre aşık olup, aşktan uyanmış insan da artık farklı bir insandır.

Daha olgun, eski tabirle gün görmüş, hayata başka bir gözle bakmayı öğrenmiş bir insan!

Aşkın kendisi ise ağızda kekremsi bir tat bırakır.

Aşık, aşık olduğu günleri biraz hüzünle, biraz acı ile, biraz buruk anar.

Elinde değildir, kavgalara bile özlem duyar.

Ama artık bilir ki aşk biter, zira aşk insana ait bir duygudur.

İnsana ait her şey de bitmeye mecburdur. Tabiatın dengesi veya ilahi hüküm böyle buyurmuştur.

Bazen merak ederim, "hayvanlar da aşık olur mu?" diye.

Bana olmaz gibi geliyor, zira biraz çelişkili gözükecek ama aşk akılla ilgili bir iştir.

Ne kadar maraz, ne kadar virütik olsa da yine de aşk akıl işidir.

Aklı olmayan aşık olamaz!

Zira, aşk tamamen beyindedir. Marazi de olsa beynin maraz halidir.

Kalbin aşkla hiç alakası yoktur.

Kalp sadece ve sadece emme-basma tulumbası gibi görev ifa eden, bir kas yığınıdır.

Nasıl korku veya heyecan algılaması beyinde algılanır,

ve beynin ürettiği bir enzim korku veya heyecan karşısında kalbin atışlarını hızlandırırsa,

aşk da beyinde algılanır, ürettiği enzimler kalbin küt küt atmasını,

dolaşım hızı artan kanın da çeşitli organlarımızın harekete geçmesini sağlar.

Gördüğümüz, ele ele tutuştuğumuz, vuslata girdiğimiz,

maşukun karşısında duyduğumuz hazzı-heyecanı kalbimiz körükledi zannederiz.

Hayır, her şeyi beyin yönlendirmiştir,

tıpkı cinsellik duygusunun yükselmesini de beynin yaratması gibi.

Zaten erkeğin de kadının da cinsel organı aynıdır:

Beyin!


****

Bu bağlamda da çeşitli araştırmalarla edinilmiş kuramsal bilgileri, kendi sentezlemimle sizlere sunmak istiyorum;

Aşka tutulmuş bir kişi beyninde fenil alanin ve bunun benzeri bir çok hormon salgılıyor.
Bu maddeler insan psikolojisinde bir sürü değişiklik yapıyor. Dış dünyada olanları algılamada değişiklikler filan...
Aslında bütün bu salgılananları bir tür uyuşturucu maddeye benzetebilirsiniz.
Bu salgıladığımız hormonların dozuna gelince; işte bütün hikaye burada başlıyor...
Çünkü biz bu hormonların dozunu kendi düşünce gücümüzle -psikosomatik- artırabiliyoruz.
Birisini tanıyoruz. Çok hoş bir iki pulse (vurum) alıyoruz. Sonra gerisini kendimiz psikosomatik bir biçimde üretmeye başlıyoruz.
Artık o kişiden bağımsız olarak, o şeyi -imge olarak düşünebilirsiniz- beynimizin, kültürümüzün elverdiğince büyütüyoruz.
Onu kendimize ulaşılmaz kılıyoruz. Aslında biz O'nunla değil, yarattığımızla ilgileniyoruz.
Bu ulaşılmazın ve yetkin olan şeyin bize ait olması, bize müthiş haz veriyor.
Bu hazzı düşündükçe, hazza zaman boyutunu da katıyoruz. İşte fenil alanin (ve diğerleri), işte size ''Aşk''.
İşte Dünyanın en kudretli uyuşturucusu.
Artık bunun dozunu artırmak sizin elinizde. İmgelersiniz artar, betimlersiniz artar, fanteziler kurgularsınız doruğa ulaşır...
Azaltmak ise elinizde değildir. Azaltma ya da kesme yönündeki her hangi bir değişiklik sizi çıldırtır.
Tıpkı uyuşturucu bağımlısı birinin, kullandığı maddenin eksikliğini hissetmesi gibi.
Bu eksikliği hissetmenize faktör teşkil eden kişi ve kişilerden nefret edersiniz.
Aşık olduğunuz kişinin sizi terk etmesinden bir süre sonra, ona duyduğunuz nefrette bu duruma anlam yüklemektedir.
Siz bu ulaşılmazı yarattıktan sonra, onu şekillendirmeye, yüceltmeye devam edersiniz.
Ama o sizden bağımsızdır. Öylece durur orada. Hatta sizin bu halinizi kullanmaya bile başlar.
Bu ulaşılmaza ve yetkin şeye -imgeye- yaklaştıkça, o sizin yarattığınızdan bağımsız kişiliği görmeye başlarsınız.
Yani yarattığınız şey -imge- ile, aşık olduğunuza inandığınız kişi arasındaki eşitsizlikler belirginleşmeye başlar.
Aşık olduğunuza inandığınız kişi, sizin nezdinizde eski değerini yitirmiştir artık.
Çünkü sizin o zamana dek imgelediğiniz şey o değildir. Bunun farkına varmışsınızdır.
böylelikle de, daha önce salgılamış olduğunuz fenil alanin ve diğer hormonları artık salgılayamazsınız.
İşte o zaman bir madde bağımlısı gibi -tam da öyle- çıldırırsınız, her şeyi yaparsınız. (yeniden size puls göndermesi için)
Yalvarırsınız, tehdit edersiniz, dönersiniz (!) her türlü -çelişkili dahi olsa- doğal yetinizi kullanırsınız.
Ama olmaz. Çünkü artık siz onu aşmışsınızdır. O sizin ulaşılmazınız olamaz.
Çünkü o kadar salaktır ki, sizin idolünüz olma şansını göremez.
Onun kendini revize edip, sizin yarattığınızdan -yetkin imgenizden- daha mükemmel olma değişimini gösterme yeteneği yoktur.
Artık fenil alanin ve diğer hormonal maddeleri salgılattıramaz. Ve bunu anlamak herkesin becerebileceği bir şey değildir.
Bunu idrak edebilenler, bir daha asla dönmezler ilişkiye...
O işlevini tamamlamıştır. O'nun için, şunu söyleyebiliriz;

-> Teşekkürler, güle güle...

****
Zamanınızı ayırıp okuduğunuz için, teşekkür ederim.
Sevgi ve mutluluğun ruhunuzu ısıtan giysileriniz olması dileğimle...
Saygı ve Sevgilerle...

Bu da konuya reva Şarkı!

7 Ağustos 2011 Pazar

SpontaneOus # 11



Bir felsefeci; evinin güzelliğiyle değil, evriminin / evreninin güzelliğiyle ilgilenir.

Written By A.BAYRAK

Omni-Potance Vol.6



''Düşünceler kelimeleri yaratır,
Çünkü kelimeler, düşüncelerimizi ifade ettiğimiz araçlardır.''
Norman Vincent Peale

****
''Olur'' ile ''Olmaz'' arasındaki fark, bir harftir...

Bu bir harfin hayatımızda ne ölçüde rol oynadığını hiç düşündünüz mü ?

Aslında reel bilinç mekanizmanızı kullanarak bakarsanız;

hemen hemen tüm hayatımızın, buna bağlı olduğunu görürsünüz.

Pozitif ya da Negatif olmak...

Bunun iyi veya kötü olmak ile hiç bir ilgisi yoktur.

Pozitif ve Negatif birbirlerine 180 derecelik açıyla bağlı iki yön ve elektrik kutubu gibidir.

Siz hangi yöne doğru seyir halinde olmak istersiniz ?

Pozitiflik, elektrikteki pozitif kutup gibi yapıcı ve üretkendir.

Negatiflik, elektrikte yaşanan kısa devre gibi yıkıcıdır.

Düşüncelerimizde ve günlük hayatta kullandığımız kelimelerde yaşadığımız her türlü negatiflik,

ruhsal ve fiziksel bedenimizde kısa devreler oluşturarak, bizi depresyona sürüklerken,

fiziksel olarakta hastalıklara neden olur.

Daha çocukluk yıllarımızdan beri negatiflikleri zihnimize sindirmiş bireyler olarak;

şu ana kadar, bunu en iyi bilip uyguladığımız düşünce tarzı haline getirmişizdir.

Farkında olmadan, gün içerisinde ne kadar negatif sözcük kullandığımıza,

ve bunların ne kadarının otomatik olarak, düşünmeksizin oluştuğuna hiç dikkat ettiniz mi ?

''Olmaz, yapılmaz, çirkin, yanlış, şanssızım, bana asla çıkmaz, beni katiyen kabul etmez,

zaten bende şans olsaydı, hep problemler beni bulur.''

Hatta negatifliğin ölüçünü artırarak, daha da ileriye gideriz.

Erkekler ''ulan kadın olsaydım'' bayanlar ''ya erkek olmak varmış şu dünyada''

diye cinsiyetlerinden yakınırlar.

Ne kadar hiçbir şeyi beğenmeyen, kabullenmeyen, memnuniyetsizlik

ve sürekli suçlu arayışı içerisindeyiz değil mi ?

Üstüne üstlük bu yaşamı negatifliğe çeken de bizleriz...

Artık biraz da pozitifliği yaşamaya ne dersiniz ?

''Olur, ben yaparım, güzel, doğru, hayattaki en şanslı insanım, güzellikler hep beni buluyor...''

Bildiğiniz tüm olumlu kelimeleri sıralayın ve bunların hepsini beyninize nakşedin.

Ektiğiniz bu pozitif tohumların yeşermesi, onlara bakmanıza bağlıdır.

Yıllarca aksini denedikte ne oldu ?

Düşünce yapınızda böylesine basit ve işlevsel değişiklik yapmak çok mu zor ?

Deneyin yılmaksızın deneyin ve tüm negatif kayıtları atın zihninizden...

Ne olursa olsun gülümseyin!

Herşeye rağmen Gülümseyin!

İnsan yaradılışı gereği hep iyiyi arar ve iyi hissetme içgüdüsü taşır.

Sizin kendinizi iyi hissetmenizi tetikleyen düşünceler nelerse, siz de onlara yoğunlaşın.

****
Saygı ve Sevgilerle...

4 Ağustos 2011 Perşembe

Belirtisiz Tamlama : Sigara Cehennemi!



Geçenlerde arkadaş grubuyla sohbet esnasındayken;
konuşulan asıl konu, dolaylı olarak sigara ve sigara bağımlılığına yönlendirildi.
Masa etrafında oturan dört kişiydik ve içimizden sadece ben sigara kullanmıyordum.
Konuyu biraz hararetlendirmek, bilimsel ve felsefi görüşler ortaya atarak, düşündürmek ve bununla birlikte arkadaşlarımı da eğlendirme isteğiyle,
ilgili konunun asli katılımcısı olmaya karar verdim.
Zaten ''Sigara ve sigara bağımlısı'' kavramlarına oldum olası eleştirel bir bakış açısıyla yaklaşmışımdır.
Bu da içimdeki sigara ve sigara bağımlılığına olan öfkemi dışarıya boşaltmak için büyük bir fırsat olmalı ki,
ilgili konunun kimi bölümlerine, arkadaşlarımın da müdahil olabilmesi için, aman zaman vermediğimin farkına vardım.
-hepsinin bu konuyu yakın markaja alacaklarını bildiğim için, bu konu vesilesiyle hakkınızı helal edin lütfen, diyorum :)-
Yazımın biraz uzun olacağını bildiğim için ve baz alınan konunun da şiddetini yitirmemesini istediğim için,
gelişimi burada noktalamak ve asıl konuya giriş sağlamak istiyorum.
****
Asıl konuyu kısaca özetlemek ve okuyucuma bir ip ucu vermek gerekirse;
''İnsanlar mı sigaraya bağımlıdır ? yoksa, Sigara mı insanlara bağımlıdır ?''
sorgusu akla getirilebilir...
****
Benim bu soruya verdiğim yanıt, ortamın alevlenmesine neden olan kilit nokta oldu.
muhtemelen ''pekala bu yanıt neydi ?'' diyenleriniz vardır,
Ben ''İnsanlar da sigaraya bağımlıdır, Sigara da insanlara bağımlıdır'' görüşünü ortaya attım.
Evet evet yanlış okumadınız, sigara da insanlara bağımlıdır! dedim.
Hatta dozu biraz daha abartırsak;
Sigara, insanları yöneten ve yönlendiren, mutlak bir güçtür! bile dedim.
****
Öncelikle şöyle bir giriş yapmak istiyorum;
1- Size zarar vermek isteyen kişiyi / kişileri, dost olarak kabullenir misiniz ?
ya da,
2- Size zararı dokunacağını bildiğiniz kişiyi / kişileri, kendi hayatınıza davet eder misiniz ?
Akıllı ve zeki kişiler olduğunuzdan şüpheniz yoksa, bu sorulara vereceğiniz yanıt, HAYIR! olmalıdır...

peki soru şeklini değiştirerek, şöyle sorayım;
3- Neden bir insan kendi cinsinden olan milyonlarca bireye, zarar vermek istesin ki ?
ya da,
4- Neden bir insan kendi cinsinden olan milyonlarca bireyi esareti altına alma özelliği olan,
bir maddeyi piyasaya sürmek ve insanları bu maddenin esiri yapmak, istesin ki ? -Kapitalizasyon demek, tikel ve palyatif olur-

ben, kafanızdaki soru işaretlerini biraz daha kızıştırmak istiyorum ve soru şeklini tekrar değiştiriyorum;
5- Size kendi cinsinizden milyonlarca bireyi zehirlemek karşılığında, 
Fourtune 500 arasına gireceğiniz kadar para ve prestij vaad edilse, bunu kabul eder miydiniz ?
Ben etmezdim! -aklı selim bir insanın da kabul etmeyeceğini düşünüyorum-

6- Yaradılanların en şereflisi -eşref-i mahluk- olma onuruna sahip bir canlı,
neden kendine zarar vereceğini bildiği insana / insanlara biat etsin ki ?
Yoksa biz aptal mıyız ?
Aklımızı ve zekamızı kullanamayan, programlanmış robotik araçlar mıyız ?
-durumumuz itibariyle, değiliz demek pekte rasyonel değil-

Peki nedir bu soru paradigması ? dediğinizi tasavvur edebiliyorum...
Aslında konu temasını soru varyasyonuyla bezemem, sizin konuya olan motivasyonunuzu kolaylaştırmak içindi.
Buraya kadar sanırım kafanızda epey bir düşünce yığılımı oluşmuştur (:
Lakin nazarı itibare almanız gereken ehemmiyetli bölüm, bundan sonra cereyan edecek...
****
* Laboratuvar bünyesinden çıkartılıp, popülerleştirilerek dünyanın merkezine yerleştirilmiş bir maddeden söz ettiğimizi,
* Dünya üzerinde bulunan nüfusun takriben % 85'ini etkisi altına almış bir maddeden söz ettiğimizi,
* Her yıl binlerce insanı, inorganik bir madde haline dönüştürme (öldürme, helak etme) kudretini üzerinde taşıyan bir maddeden söz ettiğimizi,
* Çağımızda küreselleşmenin yaşama şekli olarak sunulan bir maddeyi konu edindiğimizi,
* Çeşitli entrika ve komplikasyonlarla, yaşamın bir parçası haline getirilen,
kullanıcısına olağan bir şeymiş gibi -rasyonel- empoze edilen,
ve muhtevasında binlerce zararlı bulunan, bir maddeyi ele aldığımızı,
UNUTMAYIN!
****
Öncelikli olarak sigara, ruh sağlığı normal olan insanın / insanların üreteceği bir madde değildir.
Çünkü bu madde, kendi cinsinden olan, milyonlarca insana zarar verme özelliği taşıyor.
Sizce bu canilik değil mi ? O kişilerin bizim düşmanımız oması gerekmez mi ?
Şuanda bana 3000 tl para teklif etseler ve bunun karşılığında, sigara üretim entegresinde çalışmamı isteseler,
yapılan caniliğin organik bir kolu olacağımın bilincinde olduğum için, çalışmam!
Sigara kullanan bir insan farkında olmasa da, suiniyet güden bu insanların,
organik bir kolu haline geliyor.
ve ayrıca,
İnsanların ölmesine neden olan bir maddenin piyasaya sürülmesi,
suç teşkil etmesi gerekmez mi ? -peki, neden bu cani üreticiler yargılanmıyor-
Her yıl çeşitli ülkelerde binlerce insanın ölmesi, normal mi sizce ? -elbette normal değil-
Peki neden bu gidişata dur denilmiyor ?
Globalleşme ve modernizasyon kavramı bunu mu gerektiriyor ?
Biz bu mentaliteyle modernleşiyor muyuz ? yoksa ilkelleşiyor muyuz ?

****
Evet kişilerin algısını cezbederek, kullanıcılarını adeta hipnotize eden bu sistem;
benim gibi düşünen aktif katılımcılar değil,
bütün bunların farkında olmayan, pasif alıcılar istiyor.
yani,
Biz ''benim anlayışım'',''benim tercihim'' desekte,
aslında sistemin işleyen çarkı içerisinde sahiplendiğimiz tüm değer ve düşünceler,
sistemin bizlerde içselleştirmeyi başardığı, değerler ve düşünceler oluyor.
****
artık konunun kolektif bütünlüğünü bozmak istemiyor ve sonuca geçmek istiyorum;
Etrafımda inorganik bir madde olan sigarayla adeta bütünleşmiş kişiler olduğunu görmek, beni düşündürüyor.
Çünkü aklı ve zekası olan bir kişiyi uzaktan da olsa çekebilen bir maddenin,
manyetik bir alana sahip olduğunu düşünmeden edemiyorum.
-öyle ki daha fazla sigara içmesi durumunda, (*) ampütasyona uğratılacağının bilincinde olan bir insanın,
buna rağmen hala o maddeyi gizliden de olsa kullanması durumu, beni yerle yeksan ediyor-
Yani kişiyi uza devindiren -telekinetik bir enerjiyi üzerinde barındıran- bir maddeden söz ediyoruz.
Kişilerin olmazsa olmazı haline gelmiş,
-örneğin; ıssız bir adaya giderken götürülecek üç şeyden biri (bunu da konuştuk)-
adeta kişilerle bütünleşmiş,
hatta ve hatta kullanıcıların organik kolu haline gelecek kadar evrilmiş / devşirilmiş bir maddenin,
cansız olmasını kabullenemiyorum, düşünemiyorum, aklıma sığdıramıyorum!
Bu yüzden sigaranın da insanlara bağımlı olduğunun sonucuna varıyorum.
Sigaranın insanları yönettiğini / yönlendirdiği konusuna intikal edecek olursak;
evet sigara bunları da yapıyor.
Lakin doğrudan değil, dolaylı yönden bunları yapabiliyor.
Yani üreticisinin ona enjekte ettiği enerji vesilesiyle, kitleleri esareti altına almayı başarıyor.
Kullanıcısında nörolojik değişimler yapıyor ve bu sayede de, onu kendisine biat ettiriyor demekte,
alternatif bir ifade şekli olur herhalde. 
****
Son olarak, konuya ilişkin imajdan söz etmek istiyorum.
herhalde böyle bir konuya, ancak bu kadar uygun bir imaj seçilebilirdi.
İlgili imajda gördüğünüz üzere;
elinde pim olan çocuk, sigarayı
elinde el bombası olan çocuk ise, sigara kullanıcısını temsil ediyor.
1- elinde pim olan çocuğa -sigaraya- dikkatli bakarsanız, biraz daha masum ve entrikacı durduğunu görebilirsiniz.
-sigara üreticilerinin entrikacılığından bahsetmiştik değil mi ?-
2- elinde el bombası olan çocuk -aktif kullanıcı- ise, daha cesur ve ciddi duruyor.
-ampütasyon konusunu anımsayın!-
3- ayrıca imajın en ilginç kısmı, iki çocuğunda eşbiçimsel olması.
-bu da sigara ve sigara kullanıcının bütünleşmesi teoremine destek sağlıyor-
4- Bir el bombasının kendisini fonksiyonel anlamda tamamlaması için, pime ihtiyacı olması durumu.
-bu da sigaranın mahrumiyetini hisseden bir insanın, psikopatalojik zaafiyetler göstermesini simgeliyor-
5- sanırım üzerlerindeki beyaz gömlekte, öldüğümüzde giydirildiğimiz kefeni sembolize ediyor.
6- Peki bu el bombasının pimi çekilmesine rağmen, neden hala patlamamış ?
Demek ki ölümün vakti değil!
****
(*)Ampütasyon: tıp dilinde budama da denilen, bir organın kesilip çıkartılmasıdır.  
****
Zaman ayırıp okuğunuz için, teşekkür ederim.
Saygı ve Sevgilerle...

2 Ağustos 2011 Salı

Omni-Potance Vol.5



Bizleri motive eden para değil, onunla yapmayı düşündüklerimizdir...

****
Hepimizin motivasyona ihtiyacı vardır.

Yaşam içinde, motivasyonu sağlayan en önemli etkenlerden biri; paradır.

-Ön saflardan genç bir bey efendi; akademik duruşunu bozmadan,

''-Hayır canım olur mu öyle şey! para motivasyon sağlar mıymış!''

dese de, evet para motivasyonu sağlayan en önemli etkenlerden biridir şiarını yüksek sesle tekrarlıyorum.

Çünkü yaşam standardı / kalitesi sadece maneviyata değil, maddiyata da koşutluk oluşturur.

Cebinde beş kuruş parası olmayan bir insanın mutlu olması düşünülebilir mi ?

 -Cevabınız muhtemelen ''HAYIR!'' olacaktır-

Mutlu olmayan bir insanın da yaşama ve yaşam içerisindeki işine yoğunlaşması da güç olur, değil mi ?

işte biz buna motivasyon (güdülenme) eksikliği diyoruz.

Sabahları kalkıp işe gitmemizdeki motivasyon,

hayat içerisinde birşeylerle uğraşmamızı tetikleyen nedenimiz, paradır.

Öyleyse artık para motivasyonu sağlayan önemli bir araçtır diyebiliriz (:

Düşüncelerimize anlam yüklediğimiz her olayın, bizler için çok değerli hale gelmesi gibi,

parada kağıt olmasına rağmen, düşünce sistemimizde değeri büyütülmüş bir enerjidir.

****

Fakat bizim konumuz direkt para değil!

Bizlerin istediği para değil, para ile hayatımıza getirmeyi düşündüklerimizdir.

Para sadece alış-verişi sağlayan bir araçtır.

Issız bir adada tek başınıza kaldığınızı düşünün, milyarlarla alabileceğiniz hiçbir şey olmadığından,

maddi değer olan para da, tüm anlamını yitirir.

Para yerine hayatınızda olması gerekenlere anlam yükleyerek, bunların üzerine konsantre olun.

Biz insanlar enerji üreten mıknatıslarız.

Enerjimizi ''para istiyorum'' diye sınırladığımızda, oluşumu geciktirip, isteklerimize sınır koymuş oluruz.

Bereketi uzaktan seyretmek yerine, içinde yaşamak için kendimize çekmemiz gerekmektedir.

O nedenle para yerine istediğinize (ev, araba, yazlık, yat, kat, iş yeri vs.) konsantre olup,

nasıl olacak, ne zaman olacak vs. detayları düşünmeden, sadece ve sadece istediklerinizi düşünün.

Bunu yaptığınızda fırsatları kendinize çekmiş olursunuz.

Size düşen de, sadece bu fırsatları seçip, değerlendirmek olacaktır.

Kısa ve öz biçimde de ifade etmek gerekirse;

''Paraya verdiğiniz önemi, hayatınızda olmasını istediklerinize yönlendirin'' denilebilir.

****

Sevgi ve mutluluğun ruhunuzu ısıtan giysileriniz olması dileğimle...
Saygı ve Sevgilerle...

Omni-Potance Vol.4



İnsan olmanın en güzel deneyimi; ağlamak ve gülmektir.

****
Etrafımızdakilere söylemek istediklerimizi, ima etmek -düşünüleni dolaylı olarak anlatmak- yerine,

tam olarak söylediğimizde, yanlış anlaşılmaya müsait bir pozisyona düşmemiş oluruz.

İma etmek yerine, tam olarak ne hissettiğimizi, ne düşündüğümüzü söylediğimizde,

etrafımızdakilerle daha kolay ve daha sağlıklı bir iletişim kurmuş oluruz.

Kızgın olduğumuzda, kızgınlığımızın altında yatan asıl neden, bizim üzgün olmamızdır.

Bağırıp-çağırmak yerine, üzüntünüzü ve neye üzüldüğünüzü direkt olarak ifade etmeyi deneyin.

Bu durum, tartışma yerine uzlaşmayı getirecektir.

Bunun yanında vücudumuz üzüntüyü, ağlayarak deneyimler.

Üzüldüğünüzde oluşan enerjinizi içinizde tutarak, enerji alanınızda size zarar verecek,

enerji blokları oluşturursunuz.

Etrafınızdakiler sizi ağlarken teskin etmeye çalıştığında,

''-hey! üzgünüm ve ağlamam çok doğal'' şeklinde öğretici olun.

Ağlamak kişinin negatif enerjilerini dışarıya boşaltmak için kullandığı, doğal bir mekanizmadır.

Bu mekanizasyonu gerçekleştirmekte sizin en doğal hakkınızdır.

Hislerimizi ağlayarak ve gülerek ifade etmek, insan olarak sahip olduğumuz en muhteşem hazinelerden biridir.

Bu durum bedenimiz ve enerji sistemimizin bir harmonisidir.

Ağlamak kendine ya da birilerine acınak durum değil, vücudumuzun duygularımıza olan reaksiyonudur.

Sahip olduğumuz bu muhteşem sistemi doyasıya kullanmayı sakın ihmal etmeyin. (:

Ağlamanız gerektiğinde doyasıya ağlayın, gülmeniz gerektiğindeyse doyasıya gülün!

Yani doyasıya insan olun.

****
Sevgi ve mutluluğun ruhunuzu ısıtan giysileriniz olması dileğimle...
Saygı ve Sevgilerle...

Omni-Potance Vol.3



En kötü iletişim metotlarından biri, zannetmektir.

Günlük yaşantımızda her birimiz, birer medyumuzdur.

En azından medyum edasıyla gezenlerdenizdir...

''Herkesin düşündüğünü tahmin etmek'' ihtisaslaştığımız konular arasına dahil olmuştur.

Bunun yanı sıra, herşeyi bilme gibi enteresan bir özelliğimiz de vardır.

İsterseniz, bunları ispatlayacak netlikteki örnekleri şöyle bir sıralayalım;

Markette bir kız yanımızdan geçerken gülümsedi. Hemen ''-Aha bu kız benden hoşlandı'' deyip,

bunun üstüne de binlerce fantezi kurarız.

Eşimiz işten gelmiştir ve sinirlidir. Hemen ''-Artık beni sevmiyor!'' deyip, eşimizi suçlarız ve onun adına bir

yığın trajik sinopsis oluştururuz.

İş verenimiz bir şeye sinirlenmiştir. Bizi odasına çağırıp, sert bir tavırla bir işi yapmamızı söyler.

Biz hemen ''-Bu adama da ne yapsam yaranamıyorum'' deyip, iş verenimizi suçlarız.

Örneklemeler çoğaltılabilir...

****

Herkesin bilgisi daahilinde olan deyimlerimiz vardır;

1- zan altında bırakmak

2- suizanda bulunmak

3- gıyabında bir şey söylemek

4- töhmet altında bırakmak vs.

etik olmayan bu sıraladıklarıma mesnet niteliği teşkil ettiği için,

zannetmekte etik değildir demek doğru olacaktır.

Kendimize bir iyilik yapalım ve ZANNETMEYELİM!

İnsanların bizim ne düşündüğümüzü bilemeceği gibi,

bizim de karşımızdakinin ne düşündüğünü bilmemiz imkansızdır.

Yaptığımız sadece zannetmekten ibarettir,

Gerçeği öğrenmek için yapılması gereken zannetmek değil, sormaktır!

Marketteki kıza ''-Bana bakarken gülümsediniz, yoksa beni tanıdığınız için mi ?''

Eşinize ''-Neden bu kadar öfkelisin, benle ilgili bir şey mi ?''

İş vereninize ''-Neden bugün üzerinizde sert bir tavır var ?'' diye sorabilirsiniz.

İnsanların söylediklerinin ve davranışlarının nedenini üzerimize alınmadan -onları suçlamadan- nedenlerini

sormak, en iyi ve en sağlıklı iletişim şeklidir.

Herkes kendi dünyasında yaşarken, herkes kendi dünyasını yaratırken, bizlerin karşımızdakinin ne

düşündüğünü, neyi niçin yatığını bilmemiz mümkün değildir.

Zannettiğimiz ölçüde de kendimize gereksiz problemler yükleriz.

İlişkilerin yürümemesinin en temel nedenlerinden biri de,

sormak yerine inadına bildiğimizi zannetmemizdir. -Ben biliyorum! edasıdır-

Zannederiz ki bizi sevmiyor, zannederiz ki bize kızgın, zannederiz ki bize küs, zannederiz ki bizi aldatıyor,

zannederiz ki bize düşman...

Bugüne kadar zannederek, kendinize gereksiz problemler yaratıp, ilişkinizi zedelediniz.

Artık ZANNETMEYİP sormayı deneyin.

Sorular kompleks değil aksine çok basit;

''-Sen bana böyle davranıyorsun, farkında  mısın ?

Bunun nedeni şu mu ?

Beni bu davranışın üzüyor, bunun nedeni nedir ? benim yüzümden mi ?

Böyle konuştuğunda / davrandığında ben bu şekilde düşünüyorum, bu doğru mu ?''

Evet çekinmeyin ve soruları yöneltin!

Sizi rahatsız eden her ne ise sorun ve o insandan öğrenin.

Zannederek yarattığınız gereksiz problemlerin çözümü sadece ve sadece sormaktır!

****
Sevgi ve mutluluğun ruhunuzu ısıtan giysileriniz olması dileğimle...
Saygı ve Sevgilerle...

1 Ağustos 2011 Pazartesi

Omni-Potance Vol.2



Herkesin kendine ait problemleri muhakkak vardır...

Bu yazıyı okuyan herkese ''Problemin var mı ?'' diye sormuş olsam;

bir çoğunuz hayatın sillesini yemiş bir modda yaşadığı problemleri bir bir ifşa etmeye başlar.

Kimisi sevgilisinden şikayetçidir,

kimisi ailesinden şikayetçidir,

Kimisi kendisine çürük domates satan manavından şikayetçidir,

kimisi kendisine düşük not veren öğretmeninden şikayetçidir,

Kimisi kendisine asgari ücret ödeyen iş vereninden şikayetçidir,

kmisi siyasi liderlerden ve siyasi gidişattan şikayetçidir,

Kmisi de yeni doğan bebeğinin gece boyu zırlamasından şikayetçidir...

Bazılarımızın problemleri büyüktür -en azından siz o şekilde deneyimlediğinizi düşünüyorsunuzdur!-

Bazılarımızın problemleri küçüktür -en azından siz o şekilde deneyimlediğinizi düşünüyorsunuzdur!-

****

Peki problem dediğimiz şey nedir ?

Problem dediğimiz şeye el atıp dokunabiliyor muyuz ? HAYIR!

Tutup iki yakasından sarsabiliyor muyuz ? HAYIR!

Bakıpta görebiliyor muyuz ? HAYIR!

Peki duyabiliyor muyuz ? HAYIR!

Eee nerede peki bu problem ? Dokunamıyoruz, göremiyoruz, duyamıyoruz...

Bunun yanında varlığını ispata çalışırcasına sahipleniyoruz.

Şimdi birileri çıkıp ''Evet problemlere dokunamıyoruz, problemleri göremiyoruz, problemleri duyamıyoruz da problemleri yaşıyoruz'' diyecektir.

Evet problemleri yaşıyoruz.

Lakin sadece düşüncede yaşıyoruz (:

Problem dediğimiz sadece ve sadece düşüncelerimizdedir...

Çözümleri için düşünerek daha fazla problem yaratacağımıza, başlangıç olarak düşüncelerimizi nadasa bırakıp,
aldırmazdan gelmek ilk adımımız olmalıdır.

Düşüncelerimizi ıslah etmekse (düzeltmek, iyileştirmek) ikinci atmamız gereken adımımız olmalıdır.

****

Uzun süreden beri başlamak istediğin bir proje var da, başlayamıyor musun ? / başlamıyor musun ?

Bugün ilk adımını at ve başla!

Kendi kendine söz ver ve her gün üzerinde yoğunlaşarak bu projeyi bitirme planı yap.

Yapmak istediklerimizi ertelemek için, bahaneler yaratmakta üstümüze yoktur.

Yalnız bu bahaneler bizi isteklerimize ulaştırmak yerine,

tam aksine hayatımızı sorunlarla doldururlar.

Bahaneleri bırakıp beyninizdeki her ne ise bugün ilk adımı atın.

Neyi bekliyorsunuz ki ? bugünü en iyi bir biçimde değerlendirmek için yapabileceğin nedir ?

Bugünü senin için anlamlı ve dolu dolu yaşatacak nedir ?

Başla ve bugünün her anını dolu dolu yaşa.

KENDİN İÇİN...

****
Sevgi ve mutluluğun ruhunuzu ısıtan giysileriniz olması dileğimle...
Saygı ve Sevgilerle...

4 Temmuz 2011 Pazartesi

[Dünyadaki Her Seyin Bir Kapak Oldugu Düsüncesiyle]



Kapagı kaldır, içine et.

Zaten bu koca alem içindeki minicik dünyamızın
kapagını kaldırıp içine ede ede dünyamızı bir b.k
çukuruna çevirdiler. 



Entrikalar çeviren, para ugruna
tüm dostlukları satan insanlar dünyayı bu hale
getirenler... 



Oysa senin yaptıgın dogal bir ihtiyaç;

üstelik dünyayı mahveden o insanlardan bil ki daha
temizdir.

Bu nedenle hiç çekinme; 


kapagı kaldır, doyasıya et.

Şener SOYSAL

28 Haziran 2011 Salı

Bu Güzel Günde Naçizane Hediyem Olsun [=


Not : Orijinal boyutu için, üzerine tıklamanız yeterlidir. 

.::: Kandiliniz Kutlu Olsun :::.

****

Saygı ve Sevgilerle...

24 Haziran 2011 Cuma

Omni-Potance



Öncelikle bu konuyu, beni uzaktan takip eden saygı değer bir arkadaşım için ve beni yakinen takip eden, pek değerli otsumimar hanımefendi için (okumazsa öldürücem O'nu :D) derlediğimi belirtmek istiyorum.

Ciddi manada göstermiş oldukları ilgi ve alaka karşısında, kayıtsız kalmamam gerektiğini düşünüp, konuyu derlemeye karar verdim.

Gayem, beni takip eden herkes için yararlı olmasıdır...

****

Konuyu kısa ve öz biçimde özetlemek gerekirse;

''Bu kadar geniş açılı düşünmenize vesile olan, kelime potansiyelinizi nereden / nasıl kazandınız ?'' sorusu akla getirilebilir...

****

Konuya başlamadan önce, azami istikrar ve ciddi manada ihtimam göstermeniz gerektiğini önceden belirtmek istiyorum.

Zira bir gecede her hangi bir değişiklik yaşayacağınızı vaad etmem, abes olur.

Bu gelişim / değişim sizdeki mevcut enerjiye ve isteğe bağlıdır.


**********************************************************************************

Konuları tematik olarak sıralayacağım;

1- Kitap Okuma :

''Kitap okuma derken neden bahsediyoruz ?'' sorusu, ziyadesiyle mühim bir konudur.

*Gelişigüzel okunan kitaptan mı ?

*Sırf okudu / okuyor desinler diye ya da aile fertlerine yaranmak için okunan kitaptan mı ?

*Derinlemesine ve irdeleyerek, adeta yaşıyormuşcasına okunan kitaptan mı ?

Kendinizi bir muhakeme edin bakalım, siz bu 3 ana boyutun hangisinde yer alıyorsunuz.


Sırf dekorasyon amaçlı sahaflardan kitap toplayan insanlar var :( Bu ne kadar üzücü bir durumdur.

Geçenlerde iki bayan arasında gelişen tweetlarda karşılaştım bu durumun emsaline...




Benim şu zamana kadar okuduğum basılı kitap sayısı 50'yi geçmemiştir. Bunu samimiyetimle söylüyorum.

Lakin sadece basılı kitap sayısı. *.pdf, *.lit, *.doc, *.txt dosyası şeklinde olan elektronik kitaplardan (e-book) bahsetmiyorum.

Basılı kitaplardan daha çok, onları okurum. Ama her türlüsünü...

Abartmıyorum, Tıp uzmanlık tezlerini dahi okuduğum olmuştur.

Bir de sesli okurum, hem görsel hem de işitsel olması bakımından daha kazançlı olduğunu düşünüyorum.



Tabii ben size illa da e-book okuyun demiyorum. Fakat okuduğunuz kitabın size ne katabileceğinin muhakemesini yapmadan da bodoslama okumayın.

Benim anlatmak istediğim durum bundan müteşekkil!

Mesela her daim kendini macera temalı romanlara gark etmiş birisi bana göre okumuyordur, imgeliyordur (hayal ediyordur).

Daha çok size bilgi bazında getirisi olan özel ilgi alanlarına ait kitapları tercih edin.

Misal felsefe başta olmak üzere; psikolojik, psikoseksüel, psikanalitik, bioenerjektik psikoterapi, hipnoterapi, pedagojik, kişisel gelişim (cinsel ve tinsel),

bioenerjik, kriptografik, metafizik, teknolojik, tıp, biyolojik,psikomitolojik, terminolojik, parapsikolojik,

sosyolojik, antropolojik, jeolojik, politik, polikritik, komplotik,

epistemolojik, metodolojik, sümliminal mesajlar veren vs.

yoğunluğu olan kitapları okumanız, sizleri her zaman bir adım öne çıkarır.

Aksi halde dezenkarnasyon sürecine kadar ''yerinde say marş!'' komutu sizler için geçerli olacaktır.

Ayrıca (a)bibliyomani derecesine gelene kadar kitap okumaktansa, (b)bibliyofil düzeyinde kalmanızı öneririm :)

Yani kendinize ait özel bir zihin kütüphanesi / (c)bibliyotek düzenleyin.

bu olay zihin mimarisi için önemli çok önemli bir adımdır.

Sanırım kitap okuma hakkında bu kadar bilgi yeterli (: olacaktır.

(a) hastalık derecesine varan kitap sevgisi
(b) kitapsever
(c) kütüphane


**********************************************************************************

2- Dergi Okuma :

Bu konuyu çok fazla devşirmeden, yüzeysel bir ifadeyle aktaracağım.

Kendinize ait bir dergi seçin ve bu dergiyi periyodik olarak temin edin.

Benim dergi olarak 2 önerim var; aylık Boxer Dergisi ve aylık Bilim ve Teknik Dergisi.

Adının netameli bir yapısı olduğuna aldanıp, Boxer Dergisi deyip geçmeyin.

Her hangi bir sayısını okuyun, bakalım bir daha bırakabilecekmisiniz :).

Hatta bir zamanlar dergi bünyesinde gerçekleştirilen fotograf yarışmasında, 6 aylık Boxer Dergisi olarak, mansiyon ödülüm bile var :P

Netice itibariyle, ben uzun süreden beri 2'sinide takip ediyorum (: tavsiye ederim...

**********************************************************************************

3- Gazete Okuma :

Bilim ve teknolojinin baş döndürücü hızına yetişmek bize her ne kadar zor olsa da,

içerisinde bulunduğumuz sosyal yapının güncel olaylarını takip etmek, bizim asli görevimiz olmalıdır.

Kendinize günlük bir gazete belirleyin ve her gün mutlaka sonuna kadar okuyun.

Yine hafif sesli bir şekilde okumanız, gerek görsel gerek işitsel olarak fayda sağlayacaktır.

Ayrıca diksiyon ve artikülasyon deneyiminiz önemli ölçüde gelişecektir.

Gazete okuma ve takip alışkanlığını rutininiz haline getirmelisiniz.

Ayrıca gazetelerin mizanpajları sentezlenmiş bir çok bilgi ve kültür antreposudur.

Siz bu antrepolara gider ve size ait olan bilgiyi çekip alırsınız.

Tabii olarak gazete seçiminde,

gazeteye ilişik bulmaca ekininde olmasına dikkat gösterin (:

Bu çok önemli ve kritik bir konudur.

Zira 4. konumuz bulmaca çözme hususunda olacaktır...

Benim bu noktada önerebileceğim iki gazete var;

Posta Gazetesi ya da Haber Türk Gazetesi (:

Ben 1'incisini takip ediyorum (: Ara sıra da bulmaca varyasyonunu genişletmek için Haber Türk'ü takip ediyorum.

Eğer ingilizce merakınız ve temel ingilizce beceriniz var ise, Takvim Gazetesi'nin bulmaca sayfasını da önerebilirim (:

Hafta sonu gazetelerin yelpazeleri, hafta içine nazaran daha geniş olur, bunu da es geçmeyelim :)

Zira hafta sonu adına verilen ekleri okumak kadar zevkli olan, çok az şey vardır.

Hafta sonuna kadar intikal edildiğine göre, bu konuyu da burada sonlandırarak, bulmaca faslına geçebiliriz (:


**********************************************************************************

4- Bulmaca Çözmek :

Bulmaca çözmenin zihin mimarisine çok büyük katkıları olduğu gerçeğini yadsıyamayız (:

Zira, bunun aynısını uzmanlarda deklare ediyor.

''Peki nedir bu bulmaca çözmek ? bize ne gibi katkısı olur ?'' dersek,

Bulmaca; çeşitli biçimlerde düzenlenen ve düşündürerek, aratarak buldurmayı amaç edinen oyundur :).

Samanlıkta iğne aramak kadar zor olduğunu söyleyemem :P

Aksine sistematik bir şekle dönüştürüldüğünde önemli ölçüde katkısını hissedeceksiniz.

Tüm bu zamana kadar yazdığım cümlelerin muhtevasında bulmaca sayesinde edindiğim 100'lerce kelime vardır.

Norman Vincent Peale'ın şu sözü, bu teoremi tahkim eder niteliktedir;

''Düşünceler kelimeleri yaratır. Çünkü kelimeler düşünceleri ifade ettiğimiz araçlardır.''

Bu duruma istinaden de diyebilirim ki; bulmaca bizim bakış açımızı, konuları ele alış biçimimizi optimize eder,

dimağımızıda genişleterek zenginleştirir.

Şunu söylemeliyim;

bulmaca mevcut bilgi ile asla çözülmez.

Zaten bulmaca çözmedeki amaç, var olan bilgiyi katlamaktır.

2X2=4 karinesi :P gibi...

Bulmaca günlük olarak takip edilmeli çözülemeyen ve boş bırakılan yerleri, ertesi gün içinde ikame edilmelidir.

Piyasada bulmaca kitabı adı altında satılan bir çok sözlük var, onlardan da edinebilirsiniz.

Bu sizin için önemli bir kaynak olacaktır.

Ayrıca benim de kullandığım, Garanti Yazılımın geliştirmiş olduğu ''Yasemin Türkçe Sözlük''

*.exe olarak www.garanti yazılım.com adresinden ya da farklı bir adresten tedarik edilebilir...

Lakin bulmaca çözmede dikkat edilecek en önemli husus;

dimağımıza yeni yerleştirdiğimiz kelimeleri, bütün bu anlattığım kombinasyonun bize katkısı sayesinde,

analiz ve sentez yetimizle birlikte, günlük hayata projekte etmektir.

Bu çok önemli bir hadisedir.

Aksi halde, öğrendiklerimiz malumatfuruştan (kitabi bilgiden) öteye gidemez.

Bulmaca gazetesi önerilerimi 3'üncü kısımda yapmıştım (: tekrarına hacet görmüyorum ve bu konuyu da burada noktalıyorum.


**********************************************************************************

5- Sportif Faaliyetler :

İnsan perspektifini oluşturan üç ana boyut vardır;

Bunlar Akıl-Duygu ve Fiziksel Beden 3'lüsüdür.

Yani uzay geometrisini hesaba katmadan, sadece normal hayatımızda deneyimleyebildiğimiz 3 boyuttan bahsediyorum (:

Yukarıda sıralamış olduğum 4 ana motif ile, Akıl ve Duygu boyutunu önemli ölçekte istenilen düzeye eriştirebildiğimizi düşünürsek,

geriye sadece Fiziksel Beden boyutu kalıyor.

Sportif faaliyet derken, çok kapsamlı ve zaman gerektiren egzersiz ya da idmanlardan falan bahsetmiyorum.

Evinizde sadece 45 dakikanızı ayırabileceğiniz kısa vadeli sportif faaliyetlerden söz ediyorum (:

Mesela ısınma hareketleri ya da ordu jimnastiği tüfeksiz hareketler serisi (: ki bu kombinasyonun 6. hareketine bayılıyorum (:

(Ordu jimnastiği hareketlerini bayan arkadaşlarımız bilmiyor olabilir,

o yüzden internette bununla ilgili bir çok kaynak ve şemanın mevcut olduğunu bildirmek isterim.)

Bütün bunların yanı sıra; ''Şınav-Mekik ve imkanınız var ise Barfiks'' sıralanabilir.

****

Eğer zamanınız var ise ya da hafta sonlarını değerlendirmek bazında sportif faaliyet arıyorsanız,

jogging diye tabir edilen kır veya orman koşularını seçebilirsiniz.

Benim nüvem köyde olduğu için, ne zaman ailemin yanına gitsem, mutlaka jogging yaparım (:

Bu faaliyet doğayla içiçe olmak ve doğal dengeyle bütünleşmek isteyenler için, kaçırılmaz fırsattır.

Köyümüze sırf bu yüzden gelen veteran takımı bile var (: Onlarla bazen görüşme fırsatımız oluyor,

Hoş sohbetlerini, insancıl yaklaşımlarını, doğayla bütünleşmiş bedenlerini (: görmemek elde değil.

Metropoliten yaşantının üzerlerinde oluşturduğu kirliliklerden arınmak için buralara intikal ettiklerini söylüyorlar (:

****

Bahsetmiş olduğum bütün bu faaliyetlerde sizi tatmin etmediyse ya da gözünüzü korkuttu ise,

size bir alternatif daha sunmayı planladığımı bilmenizi isterim (:

''bunlardan farklı olarak daha ne yapabiliriz ?'' demeyin (: parasailing ya da bungee jumping gibi extreme sporlardan filanda söz etmiyorum :P

Aslında hepimizin aşina olduğu, yalnızca eğlence olarak değerlendirdiği ''Dans'' tan bahsediyorum (:

Dans kelimesini yazarken, vücudumda bulunan en uç sinir hücresinin bile reaksiyon gösterdiğini hissettim :P.

Çünkü ben de senelerden beri (takriben 7 yıl) dansı bedenimle bütünleştirdim ve de zihnimde içselleştirdim :).

(Hatta daha fazla tahammül edemedim Pitbull'dan Shake Senora parçasını açtım ve dans etmeye başladım :D.)

Konuyu çokta fazla dallandırıp budaklandırmanın mantığı olmadığını düşünüyorum (: ve Dans edin diyorum.

Çünkü dans esnasında vücudunuzun her uzvu devinim halinde oluyor (:

Dolasıyla kısa süre içerisinde bir çok farklı sportif hareketi bir anda yapmış oluyorsunuz (:

****

Ben usta birliğindeki askerliğimi Gelibolu (Yıldırım Kışla) / Çanakkale'de ifa ettim (:

Emniyet ve Muhafız Bölüğü'nde, yapmış olduğum askerliğim sırasında bize her zaman şu öğretildi;

''Ayaklarınız patlayana kadar yürüyün / vurun! Aksi halde siz hiçbir zaman muhafız olamayacaksınız!''

Onur ve gurur içerisinde tamamladığım askerliğim boyunca,

18 Mart Çanakkale Zaferi, 24 Nisan Anzak Töreni, 30 Ağustos Zafer Bayramı'da olmak üzere bir çok törene katıldım (:

Benim görevim, flamacılıktı (: En önde yürüyordum...

Uzatmayalım dedik ama, yine de uzadı :P

****

Ben de sizlere diyorum ki,

''Ayaklarınız patlayana kadar dans etmez iseniz, hakiki bir dansçı olamazsınız!'' :P kel alaka ya neyse...

Siz olayın ciddiyetine vardınız :P ben bunu sezinleyebiliyorum :D.

Ayrıca tüm bunların yanı sıra;

asırlardır doğu felsefesinde uygulanan meditasyon, yoga, bioenerji, polariti, akupunktur da yapabilirsiniz (:

bunlara da ruhi sportif aktivite denilebilir...

**********************************************************************************

Ve ekstra olarak, size Teknik Resimle uğraşmanızı öneriyorum.

6- Teknik Resim :

Noktalar doğruları, doğrular düzlemleri, düzlemler cisimleri, cisimler de hayatımızdaki nesneleri oluşturur.

Dolayısıyla diyebiliriz ki günlük yaşantımızda kullandığımız her nesnenin başlangıcı, noktalardır.

Bu açıdan noktayı, iyi tahlil etmek gerekir.

Teknik Resim de noktalardan başlar; doğru, düzlem ve cisimlerle son bulur.

****

Kendine has spesifikasyonları ve normları olan bu sistem,

Size hayatta bir çizgi belirleme fırsatı tanıyacaktır.

Ayrıca çok zevkli bir meşgaledir de (:

Bu konuyla ilgili destek isteyen olursa, elimden geldiğince yardımcı olurum (:

Kaynak olarak, Kitapçılardan tedarik edebileceğiniz Teknik Resim uygulama yapraklarının oluşturduğu kitapları öneririm (:

+ MEGEP'in internet sitesine giriş sağlayarak, Teknik Resim ile ilgili bir çok modül edinebilirsiniz (:

**********************************************************************************

Tabii bütün bunların en önemli maddesi ''Sevgi''dir.

Sevginin olmadığı bir yaşamda size kılavuzluk edecek hiç kimse yoktur.

Yaşam size kucağını kapamış, gözlerini yummuştur...

Sevgi ve mutluluğun kalbinizi saran sıcak giysileriniz olması temennisiyle,

kazanacağınız kolektif bilinç ile geliştireceğiniz hayat kombinasyonunda başarılar dilerim :).


****

Belki de bütün bunlar sizi mükemmel yapmaz, ama mükemmelin peşinde koştuğunuzun bilinicine vardırabilir.

Saygı ve Sevgilerle...

21 Haziran 2011 Salı

Sevgi Cini [MİM]





Mimarlık okuyan fakat mesleğine karşı hiç duyarlı olmayan ya da duyarlı olduğunu yansıtamayan, otsumimar tarafından mimlenmişim :P

Mimin konusu;

''Sihirli bir lambadan Cin çıksa ve size dilek dileme lüksü tanısa, ne dilerdiniz ?''

****

Mimin konusunu teşkil eden soruyu, daha önce de sormuştum kendime...

Cevap tema olarak hiçbir zaman değişkenlik göstermedi.

Dileklerim, kendimden daha çok insanlık için oldu hep.

Öyle somut şeyler, fiyakalı ve göz dolduran şeyler, hiçbir zaman aklıma gelmedi.

Çok maymun iştahlı biri olduğumu düşünmeme rağmen...

Aslında hep mantikla hareket ettiğimi sanıyorum, gün içinde.

Ta ki aynanın karşısına geçene kadar.

Yani yalnızlığımın sessizliğiyle kalana kadar...

****

Benim dileğim ''Sevgi'' olurdu.

Ben normal bir insanın ihtiyacı olan her şeyin temelinin ''Sevgi'' olduğunu düşünen biriyim.

Bir çoğumuzun aşina olduğu bir hikaye vardır;

Kadın eve gelir, kapının önünde oturan üç kişi vardır. Adlarının Sağlık, Zenginlik ve Sevgi olduklarını söyleyen üç kişi.

Kadın şaşırır, evinin önünde oturan bu üç kişinin nereden geldikleri hakkında bilgi edinmek ister.

Kadın tam soruyu soracakken, içlerinden birisi ''Hangimizi evinizde istersiniz ? Üçümüzden biri ömrünüz boyunca sizinle olacak.'' der.

Kadın bunun önemli bir karar olduğunu ve nihai kararı içerideki eşi ve çocuklarıyla birlikte verebileceklerini söyler.

Kadın içeri girer, eşine ve çocuklarına olanları anlatır.

Eşi, çocukları ve kendisi arasında hep bir ağızdan sesler çıkmaya başlar.

Eşi zenginlik isterken kızı ve oğlu sağlığı isterler...

Yoğun bir tartışmadan sonra, dışarıya çıkan kadın ''hem Sağlık hem de Zenginlik olamaz mı ?'' der.

''Hayır sadece birimizi seçmek zorundasınız.'' yanıtını alan aile tekrar içeri girer ve tartışmaya devam ederler.

Bir süre sonra kadın heyecanla kapıyı açar ve ''Tamam kararımızı verdik, biz Sevgi'yi istiyoruz'' der.

Sevgi oturduğu yerden kalkar ve kapıya doğru yönelir.

Kadın adının Sevgi olduğunu söyleyen kişinin içeriye girince neler olacağını merak içinde izlerken,

yerinden kalkan Sağlık ve Zenginlikte, Sevgi ile birlikte evin kapısından içeri girmek için yönelirler.

Kadın kızarak ''İyi de madem hepiniz içeri girecektiniz, neden bizi bu zamana kadar oyaladınız ?'' diye söylenmeye başlar.

İşte tam bu anda söz Sevgi'ye geçer;

''Sağlık ve Zenginlik, Sevginin gölgesi gibidir. Sevgi nereye giderse O'nlarda oraya giderler.''

****

-Bizim insanlık olarak Sevgiye çok ihtiyacımız var.

-Sokakta yürürken karşılaştığımız insanlara bu dünyadan değilmişiz gibi davranmak, somurtmak, burun kıvırmak...

-Sahilde köpeğiyle gezintiye çıkmış birine, merhaba dahi demeden eğilip sadece köpeğini okşamak...

-Toplu taşıma araçlarında seyir halinde iken, yanımızda oturan kişinin yüzüne bile bakmamak...

-Asansörlerde istediği kata çıkmak için binmiş insanların birbirleriyle sohbet etmek yerine, kafalarını kaldırıp kat numaralarını seyretmesi, öflemesi, püflemesi...

-Daha önce hiç tanımadığımız bir ebeveynin kucağında bebeğe ilgi göstermek ya da ilgi gösterme eğiliminde bulunmak, Kaş göz oynatmak,

Fakat bebeğin ebeveynine her hangi bir tepkide bulunmamak.

****

Tüm bunların ve günlük hayatımızda sıkça karşılaştığımız bu davranışların, temel eksiğinin ''Sevgi'' olmadığını söyleyebilir miyiz ?

****

Sevgi ve mutluluğun ruhunuzu ısıtan giysileriniz olması dileğimle...

Saygı ve Sevgilerle...